HÜDHÜD KUŞU’NUN MARİFETİ

M.Osman Siraceddin Hz. (1896-1997)
Şeyh Muhammed Osman Siraceddin Hazretleri’nin sofisi Hacı Abdullah, mürşidinden naklen anlatır;
Osman Siraceddin Hazretleri İran’da iken bir gün köye gider. O köyde Şeyh Hazretleri’nin sofileri bulunuyordu. Şeyh Hazretleri bir baktı ki, köyde bir tane çeşme var ve bunun bir yanında erkekler, bir yanında kadınlar, insanların etrafında da hayvanlar beklemektedir.
Köylülere sorduğunda, köyde bir tane çeşme olduğunu, onun da çok az suyu aktığını, insanların ve hayvanların onun başında saatlerce bekleyerek çok sıkıntı çektiklerini anlatırlar.
Bunun üzerine, Osman Siraceddin Hazretleri ertesi gün iki kişiyle beraber atla köyün etrafını dolaşmaya çıkar. Bir tepenin üzerine gelince, orada bastonuyla bir büyük daire çizer ve köylülere orayı kazmalarını emreder.
Şeyh Hazretleri’nin çok konuşan bir sofisi vardır, bu işe hayret ederek, aşağıda derenin içinde yeşillik yerler olduğunu, su çıkarsa oradan çıkacağını, bu tepenin başında su çıkmasının mümkün olmadığını söyler. Şeyh Hazretleri de;
–Sen karışma sofi!, der.
Köylüler kazmaya başlarlar o çok konuşan sofi gene gelir;
-Kurban, burada milleti boşuna yorma. Tepenin başından su çıkmaz. Çıkarsa şuradan çıkar, diye ukalalığına devam eder. Şeyh Hazretleri ona;
–Sofi git işine!, diye ikinci kez ikaz eder.
Kazı işi ilerlemeye devam ederken, bu sofi tekrar gelip burnunu sokmaya kalkınca, Şeyh Hazretleri bu sefer biraz sertçe üçüncü kez ikaz eder.
Böyle, kazmaya devam ederlerken, bir ara “Allahu Ekber!” diye bağırışılar. Meğerse, kol kadar genişlikte bir su bulunmuştur. Osman Siraceddin Hazretleri gidip bakınca, o çıkan suya yol vermelerini söyleyip kazmaya devam etmelerini emreder, çünkü asıl çıkmasını beklediği su o değildir.
İşçiler kazmaya devam ederken, önceki su damarı da kaybolup gidince, işçiler üzülürler. Böylece kazı yeri iyice derinleştikten sonra bir kayaya rast gelirler. Şeyh Hazretleri de, o taşı kaldırırlarsa su o taşın altından çıkacağı müjdesini verir.
Hakikaten herkes elbirliği ile o taşı yerinden oynatınca, altından değirmen taşı büyüklüğünde bir su fışkırdığını görürler. Suyun fışkırdığını gören o çok konuşan sofi, utanarak uzağa kaçar.
Şeyh Hazretleri onu yanına çağırır, sofi de yaptığı bu edepsiz çıkışlardan dolayı özür diler. Osman Siraceddin Hazretleri ona;’
-Sofi! Beni, bir Hüdhüd kuşu kadar da mı saymıyorsun?, buyurup, ‘Hüdhüd kuşu, Hazret-i Süleyman (AS)’ın su mühendisi idi. Bir yere gittiklerinde, bu kuş gelir ve suyun yüzeye yakın olduğu yere gagasıyla vururdu. Orayı kazdıklarında, suyu çıkarırlardı.’ şeklinde Hüdhüd’ün marifetinden bahseder.
Osman Siraceddin Hazretleri, çıkarılan suyu borular döşeyip köye öyle ulaştırılmasını tavsiye eder, aksi takdirde bu suyun zamanla kaybolacağını söyler. Nitekim, köylüler bu tavsiyeye uymayıp arklarla köye getirince, bir-iki yıl içinde su kaybolup gider.
Daha sonra, Şeyh Hazretleri’nin emirleri ile tekrar kazılıp su bulunur. Şeyh Hazretleri tekrar o suyu borularla köye ulaştırılmasını tavsiye eder. Fakat köylüler bu tavsiyeye yine uymayıp bu sefer toprak büzlerle köye getirirler. Tavsiyeye uyulmayınca su zamanla yine kaybolup gider.
Üçüncü kez aynı şekilde Şeyh Hazretleri’nin yönlendirmesiyle, su yeri kazılıp su bulunur. Bu sefer artık Şeyh’in tavsiyesine uyup borular döşeyerek köye getirirler. Ondan sonra da, bir daha suları kaybolmaz.
Üçüncü seferden sonra Osman Siraceddin Hazretleri köylülere şu hikayeyi anlatır;
Bir Dürzi’nin devlete yüz lira borcu varmış. Devletin memurları Dürzi’yi yakalayıp parayı istemişler. Boynunu bükmüş:
-Param yok, veremem., demiş.
O zaman memurlar demişler ki:
-Önünde üç yol var: Ya yüz lirayı ödeyeceksin, ya yüz sopa vuracağız, ya da yüz tane soğan yiyeceksin. Kararını ver!
Dürzî düşünüp şöyle demiş:
-Parayı vermem mümkün değil. Dayağa katlanmam da çok zor. En iyisi, soğan yiyeyim.
Memurlar önüne yüz tane soğan koymuşlar ve;
-Buyur ye!, demişler.
Dürzî iki tane soğanı yedikten sonra bakıyor ki, daha fazla yemesi mümkün değil şöyle diyor:
-Siz, en iyisi, bana dayak atın!
On, yirmi sopadan sonra bu sefer dayak çok ağır geliyor ve:
-Aman durun. Parayı ödeyeceğim!, diyor.
Bu hikayeyi anlattıktan da, sonra köylülere:
-Dürzi, hem soğan yedi, hem dayak yedi, hem de parayı ödedi. Siz de ona benzediniz., diye buyurmuş.
NOT: 1781 yılında doğan Mevlana Halid Bağdadî Hz.’nin halifesi Osman Siraceddin Tavilî ile karıştırılmamalıdır.
(Kayn.:siraceddin.com)
