MECDÜDDİN İSA AKHİSARÎ HZ.’NİN MENKIBELERİ

                                     Şeyh Mecdüddin İsa Hz.’nin Türbesi/Ahkisar

PİLAV DÜŞMANLARI

    Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri, bir seyahati sırasında Kayseri’de bir kervansarayda konaklamışlardı. Kendisi ile beraber bazı dervişleri de vardı. O gün orada tüccarlardan da konaklayanlar vardı. O tüccarlardan biri, Mecdüddin İsa Hazretleri ve dervişlerini arkadaşına göstererek, “Pilav düşmanlarını görün!” diye kendi aralarında alay etmişti.

    O gece herkes yattıktan bir süre sonra, Kervansaray’da “Meded sultanım meded!” diye yüksek bir feryat sesleri duyuldu. Feryat eden şahıs Mecdüddin İsa Hazretleri ve dervişleri ile alay eden o tüccar idi. Meğerse o tüccar korkulu bir rüya görmüş ve bu rüya tesiri ile feryat etmiş.

    Ona rüyada ne gördüğünü sordular o da, rüyasında; Mecdüddin İsa Hazretlerinin kendisini kucaklayıp ta arşın altına çıkardığını, orada kendisini tutmakta iken bırakıverdiğini, o durumda iken büyük bir korkuyla feryat ettiğini, Şeyh Hazretlerinin ona, dervişlerle bir daha alay eder misin diye sorduğunu, kendisinin de bir daha alay etmeyeceğini söyleyip affetmesi için ricalarda bulunduğunu anlatır.

    Bu rüyadan uyandıktan sonra da, gidip Mecdüddin İsa Hazretlerinin eline yapışıp yaptıklarına tevbe etti.

 

KAYIP ALTIN ZİNCİR

    Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri, kendisi Şeyh İbrahim Efendi’nin halifesi olduğu halde eksik kalan manevi kemalatını tamamlamak üzere, Kayseri’de bulunan Şeyh Kasım Efendi’nin yanına gitmek için yolculuğa çıkmıştı. Bu yolculuk sırasında Kayseri’ye on günlük bir mesafede bulunan bir köyde bir evde misafir oldular. Fakat o gece ev sahibinin altın bir zinciri kaybolmuştu.

O gece orada kalıp sabah yola çıkacakları sırada, ev sahibi kaybolan bu altın zinciri onların aldığını iddia edip iftira etti ve aldıkları zinciri vermelerini istedi. Mecdüddin İsa Efendi bu ağır iftira karşısında, altın zinciri kendilerinin almadıklarını söyledi ve almadıklarına dair yemin teklif edilince yeminler edildi.

    Bu müşkül durumda bir anda, nuranî bir zat çıkıp onların yanına geliverdi. Bu mübarek zat onlara ne için münakaşa ettiklerini sual etti. Ev sahibi de Mecdüddin İsa Efendi ve ihvanının misafir olarak kaldıklarını ve bir altın zinciri çaldıklarını iddia etti.

    Nuranî zat bunun üzerine, onların iddiasının bir iftira olduğunu, misafirlerinin altından haberleri olmadığını söyler. Kaybolan altın zincirin hasırın arkasına düştüğünü haber verir. Ev halkı gidip baktıklarında, altın zincirin hakikaten hasırın arkasında düşmüş olduğunu görürler ve misafirlere attıkları bu iftiradan dolayı çok pişman olup özür dilerler.
Mecdüddin İsa Efendi, kendilerinin bu müşkül durumuna yetişen ve kerameti ile manevi yardımına koşan bu mübarek zatı tanıyamaz ve ona Hızır (a.s) olup olmadığını sorar. O mübarek zat da, İsa Efendi’nin memleketinden talebesi olmak üzere yola çıktığı Kasım Efendi’nin kendisi olduğunu, sıdk ile bu yola çıkmaları sebebiyle kendilerinin bu müşkül durumunda yardımcı olmak üzere geldiğini söyler.

    Bu tatsız olay bir hayra da vesile olur ve o ev halkı topluca Şeyh Kasım Efendi’ye intisap edip talebesi olmakla şereflenirler.

 

BEDDUA VE DUA

    Bir gün Mecdüddin İsa Akhisarî hazretlerinin huzuruna biri çıkarak;
    -Sultanım bir oğlum vardı, büyüdükçe azdı. Hiç söz tutmaz oldu. Beni dövmeye kasdeder. Halim ne olur?, diye evladından şikayette bulundu.

    Onu dinleyen Mecdüddin İsa Efendi, muhtemelen oğluna beddua ettiğini, oğlunun azma sebebinin bu olabileceğini söyler.

    O kişi de, oğlunun kendisini incitmekte ve karşı gelmekte olduğunu, onun her kötü davranışında oğluna sövüp beddualarda bulunduğunu itiraf eder.

    Mecdüddin İsa Efendi bunun üzerine ona, oğluna geçmişte sövüp saydığı ve bedduaları için istiğfarda bulunmasını, atanın oğluna hayır dua etmesinin bir devlet olduğunu, bundan böyle incitse bile her incitici hareketi karşısında hayır duada bulunmasını tavsiye eder.

    Aradan bir ay geçer o şikayetçi kişi tekrar Şeyh’in huzuruna gelir. Bu sefer yanında bir genç ile beraber gelmiştir. Mecdüddin İse Hazretleri o şikayetçi kişiye yanındaki genç kimdir diye sual eder.

    O kişi de, beddua ettikçe azan oğlunun bu olduğunu, bir aydır beddua yerine hayır duada bulunduğunu, bu duaların bereketiyle oğlunun kötü hareketleri ve isyanını terkedip edepli bir genç haline geldiğini sevinçle haber verir ve beraberce Mecdüddin İsa Hazretleri’ne intisap edip talebesi olurlar.

 

KAFİR KORSANLARIN SALDIRISI

    Bir gün Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri’nin huzuruna bir kişi geldi başına gelen hadiseyi şöyle anlattı;
    Anlatan kişi üç kişi ile beraber hacca gitmek üzere yola çıkarlar. Önce karadan Antalya’ya, oradan da bir gemiye binip deniz yoluyla yolculuğa başlarlar. Kendi gemileri ile beraber iki gemi daha vardır. O kişi gece uyuyunca bir rüya görür.

    Rüyasında mübarek bir zat ona, yedi adet kafir gemisinin onlara doğru geldiğini eğer bu düşman tehlikesinden kurtulmak istiyorlarsa Akhisar’daki dervişleri için üç tane halvethane yaptırmak üzere nezretmelerini, üç geminin reislerinin de onar altın vermek üzere nezretmelerini, emir buyurur. Bu manevi yardımın ve sadık rüyanın delili olarak da, elbisesini açıp vücudunda yeşil renkli bir beni gösterir.

    O kişi rüyasını o üç geminin reislerine de anlatır. İki gemi reisi rüyaya itibar ederek onar altını bu rüya sahibine verirler. Fakat reislerden biri bu rüyaya itibar etmez ve bu rüyanın bir kabus olduğunu iddia eder. Aradan bir müddet geçtikten sonra rüyada haber verilen yedi adet kafir gemisi görünür. Kafirler rüyaya itibar etmeyen reisin gemisine saldırır ve dokuz kişiyi öldürürler. O dokuz kişi içinden biri de, hacca giden dört kişiden biridir.

    Kafirler gelip tam diğer gemilere de saldıracak iken tiz bir ses duyulur ve kafir gemileri saldırıdan vazgeçip giderler. Rüya böylece gerçekleşir. Tehlike ortadan kalkınca, hac yolcusu diğer iki kişiden beşer altın alır. Rüyaya itibar etmeyen reis dahi sonradan on altın çıkarıp verir.

    O kişi, salimen hac vazifesini yapıp geldikten sonra da, nezredilen emanet altınları teslim etmek üzere Akhisar’a gelir ziyaret eder. Mecdüddin İsa Hazretleri, ziyaret sırasında bu manevi yardımın delili olmak üzere elbisesini açıp vücudundaki yeşil renkli beni gösterir ve nezredilen emanet altınları teslim alır.

 

BAHÇIVANIN MERKEBİ

    Bir gün Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri dervişleri ile beraber bir yere gidiyorlardı. Mecdüddin İsa Efendi bir ara binmiş olduğu hayvandan inerek yayan yürümeye başladı. Yürüdüğü yer biraz yokuş ayağı idi. Kendisi o bayırdan aşağı hızlı ve kuvvetli adımlarla inmeye başlayınca dervişleri ona ayak uydurmakta zorlandılar.

    Onun bu ustaca yürüyüşünü seyreden halktan bir adam;

    -N’olaydın sen bir bahçıvanın merkebi olaydın!, diye dervişlerin de duyacağı şekilde bir söz sarfetti.

    Onun bu sözü üzerine, dervişler çok kızdılar ve “Sen nasıl bizim Pîrimize merkep olsa!” dersin diye, o adamı dövmek üzere etrafında toplandılar.

    Mecdüddin İsa Efendi de, o adamı incitmemelerini tenbih eder ve o adamın İsa Efendi’nin bu yürüyüşünü beğenip iltifat etmek için bu sözü söylediğini, hakaret için değil aslında övmek için bu ifadeyi kullandığını söyler.

 

TEKLİFSİZ YARDIMIN NETİCESİ

    Bir gün Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri bir yere gidiyordu. Üzerinde yük varken yere yıkılmış bir hayvan ve onu kaldırmaya uğraşan bir adam gördü. Mecdüddin İsa Efendi zor durumda olduğunu gördüğü bu adama yardım etti ve beraberce hayvanı yerden kaldırıp yükünü tekrar bağladılar ve sağlamlaştırdılar.

    Fakat bu bağlama sırasında farkında olmadan Mecdüddin İsa Efendi’nin sakalının bir kısmı da yüke bağlandığından hayvan yürüyüverince, İsa Efendi’yi sakalından tutup çekmeye başladı.       

    Onun bu halde gören hayvanın sahibi İsa Efendi’yi bu durumdan kurtardıktan sonra şöyle dedi;

    -Davetsiz gelenin hali böyle olur! Benim yüküm şarap yükü olduğu için, seni gördüm bir sufî kişisin, ‘Gel yüküme yardım eyle!’ demeye dilim varmadı. Sen, ‘Gel’ demeden bu kadar muavenet (yardım) ettin. Onun için sakalın bağlandı, bu kadar yedildin., dedi.

    Bunun üzerine Şeyh İsa Efendi de şöyle dedi;

    -Ben bilmeden harama yakın olmakla, dünyada bu kadar hakaret olundum. Acep her gün bilip içip karnına koyanların yevm-i ahirette halleri nice ola?

 

YAVRULU BİR KUŞUN İMDAT TALEBİ

    Bir gün Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri bir talebesi ile beraber bir bağa gidiyordu. Yolda giderken yerde bir et parçası gördüler. Şeyh İsa Efendi talebesine o eti yanına almasını emretti. Talebesi eti aldı ve bağa varıp bir armut ağacının dibinde dinlenmeye başladılar.

    Orada dinlenirken aniden bir kuş geldi ve Şeyh hazretlerinin önüne konup korkmuş bir şekilde İsa Efendi’nin yüzüne bakmaya başladı. Şeyh Hazretleri ona;
    -Korkma Kâdir Çalabım (Allah) senin bedelini yol üzerinde hazır edip bizimle gönderdi. Hasmın gelirse veririz!, diye buyurdu.

    Biraz sonra bir atmaca kuşu geldi ve armut ağacının dalına konuverdi. Atmacanın geldiğini gören diğer kuş korkarak Şeyh İsa Efendi’nin elbisesi içine girip sığındı. İsa Efendi talebesine o beraberinde getirdikleri eti atmacanın alması için atmasını söyledi. Atmaca önce Şeyh Efendi’nin dizine kondu yüzünü, dizine ve eline sürdükten sonra geri geri gidip eti aldı ve havalanıp kayboldu.

    Atmaca gittikten sonra koynundaki kuş çıktı ve kendince bazı hareket ve seslerle bir şeyler anlatmaya çalıştı. Talebesi onun hareketlerini sual edince Şeyh İsa Efendi; o kuşun beş tane yavrusu olduğunu, yuvalarının tehlike altında bulunduğunu ve bu yavrularını kurtarmalarını rica ettiğini söyler. Şeyh Hazretleri kuşa eliyle işaret edince kuş uzakta bulunan yavrularını ağzına alarak tek tek onların yanına taşıdı. Taşıdıktan sonra yavrularının yılan tehlikesi altında olduğunu hareketleriyle anlattı.

Bunun üzerine, Şeyh İsa Efendi ve talebesi yavruları aldılar ve kuşun önden gidip göstermesiyle yuvanın yanına kadar gittiler. Baktılar ki orada hakikaten bir yılan yerde yatıyor. Talebesi o yılanı öldürmek istediyse de İsa Efendi buna izin vermedi.

    Şeyh İsa Efendi o yılana oradan uzaklaşıp başka bir yere gitmesini emretti. Yılan bu emir üzerine, kendisini yuvasından ayırmamasını, o kuşun yavrularına bir şey yapmayacağına dair söz verdi. Bu söz üzerine İsa Efendi ve talebesi oradan ayrılıp tekrar bağa geri döndüler.

    Aradan biraz zaman geçti ki kuş tekrar gelip acı acı feryatlar etti ve yavrularına o yılanın saldırdığını , daha sonra sözünde durmayan o yılanın üzerine bir leylek inip gagalamaya başladığını haber verdi ve uçtu gitti.

    Şeyh İsa Efendi de talebesine gidip bakmasını emretti. Talebe gidip baktığında, bir leyleğin o yılanı gagalamakta olduğunu gördü. Leylek de, o talebenin geldiğini görünce yılanı alıp oradan uçup gitti.

 

ŞEYHE ŞAPLAK VURANIN SONU

    Bir gün Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri, Akhisar’ın doğusunda bulunan Çağlayık diye bilinen akarsuya gitmiş, orada derede gusül abdesti alıyordu. Hasköy’den Adiloğlu diye bilinen bir adam onu gördü ve bir edepsizlik yaparak şaplak vuruverdi.

    Daha sonra da, Mecdüddin İsa Efendi’ye; “Kul musun?” diye sordu. İsa Efendi “Kulum!” dedi. “Kaçgın (kaçak) mısın?” diye sordu. İsa Efendi “Kaçgınım (kaçak biriyim)” dedi. “Tiz giyin gidelim!” dedi. İsa Efendi de itiraz etmeyip giyindi ve tacını başına taktı.

    O densiz adam baktı ki şaplak vurduğu ve edepsizlik yaptığı bu şahıs Şeyh İsa Hazretleri olduğunu anladı. Çok pişman oldu ve kendisine beddua etmemesi ve başına bir bela gelmemesi için yalvarmaya başladı.

    Şeyh İsa Hazretleri hayatında hiç kimseye beddua etmediğini ifade edip şöyle dedi;

    -Bize ettiğini biz affettik. Yalnız zalim isen gafil olma! Kadir Çalabım (Allahım) bir senden azgın zalimi senin üzerine havale eyler. O sebep olur, senin bir derde müptela olmana veyahut helakına…

    Aradan birkaç gün geçtikten sonra “Şeytan Kulu (Şahkulu)” denen bir adam çıktı ve Anadolu’nun birçok yerini yakıp yıktığı gibi Akhisar’ı da yakıp yıktı. Şeytan Kulu’nun adamları bu fitne sırasında Adiloğlu denen o adam kaçarken ona saldırdılar ve Şeyh İsa Efendi’ye şaplak vurduğu kolunu kestiler. O densiz adam bu yarasının acısıyla feryad ede ede kısa zamanda vefat etti.

Talebeleri bu durumu Şeyh İsa Efendi’ye haber verince, kendisinin o adamı affetmiş olduğunu, fakat Allah’ın affetmediğini bu sebeple başka bir zalimi ona musallat ettiğini söyledi ve ardından o densiz adamın günahlarının affedilmesi için talebeleriyle beraber dua ettiler.

 

ZİKİR VE KURBANIN FAYDASI

    Şeyh Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri hac vazifesini yaparken beraberinde bulunan bir dervişi vefat etmişti. Mecdüddin İsa Efendi bir gün bu talebesini bir vakıasında çok güzel bir makamda oturduğunu gördü. Öyle ki, etrafında çok sayıda melekler ona hizmet etmekteydi. Bir tarafında da üç tane atı olduğunu gördü.

Şeyh Hazretleri ona bu hizmetçileri nereden buldun diye sordu. Talebesi de şöyle cevap verdi;

    Hak Teala zikrin nurundan halk etmiş imiş. Ben fevt olucak (ölünce) gassal beni yur (yıkar) iken bu melaikeler bile beni yudular. Bana kefen sararlarken bile sardılar ve beni bile götürüp kabrime bile defin ettiler. Kabrimde benimle bile kaldılar. Hiç benden ayrılmazlar ve bana kabirde sual oldukta, hayli muavenet (yardım) ettiler. Ve gah gah beni bu makama götürdüler, önüme düşüp türlü türlü hizmetler ederler. Ve nihayetsiz riayetler (saygı) ederler. Eğer dünyada benim zikrim nurundan bu kadar melaike halk olup böyle yalnızdaşlıkta yoldaş olacağını bile idim, asla zikirden bir lahza hali olmayaydım.

    Şeyh Hazretleri yanındaki üç atı sual edince o talebe şöyle dedi;

    -Hangaha (dergaha) üç kurban iletdim idi, onlardır. Dünyada Hakk için olan kurban, ahirette at olurmuş. Müminler o atlara binerler ve diledikleri yere onunla seyr ederler imiş. Eğer böyle olacağını dünyada bileydim, cemi-i malı kurbana vereydim. Ve bu gördüğünüz üç atın biri aksak ve biri arık (zayıf) dır. Hemen binmeye biri kabildir. Meğer dünyada ettiğim kurbanın biri aksak ve biri arık imiş. Kezalik bunda dahi öyle vaki oldu. Bilmedim, gayet iyisini etmeli imiş…

 

TÖVBESİNİ BOZAN DERVİŞ

    Eyne Kocaoğlu adında, gayet günahkar ve sefahat ehli bir adam vardı. Bu adam bir gün Şeyh Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri’ne gelip, onun elinde eski haline tevbe etmişti. Bu adam bir zaman dergaha gelip gitti ve artık gelmez oldu.

    Mecdüddin İsa Efendi bir sabah bu dervişi yanına çağırttırdı ve gelince de, ona verdiği dervişlik tacını geri vermesini emretti. O adam tacının neden geri alındığını sual etti. Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri de, bu gece bir kuyunun suyunu murdar ettiği hususunun manen tarafına ilham edildiğini, tevbesinin bu sebeple makbul olmadığını, gidip o kuyu suyunu temizlemesi gerektiğini ifade etti ve tacı ondan geri aldı.

    Eyne Kocaoğlu, bunun üzerine, bu gece bir adam öldürüp o kuyuya attıklarını itiraf etti ve o cesedi kuyudan çıkarınca kuyu temiz olur mu? diye sordu. Şeyh Hazretleri cesedi çıkardıktan sonra, suyunu da tamamen çıkarmaları gerektiğini söyledi.

    Bu sefer Eyne Kocaoğlu, Şeyh Hazretlerine, bu günahtan ve kul hakkından kurtulmak için cezasını bu dünyada çekmek istediğini, bunun için dua etmesini rica etti.
Mecdüddin İsa Efendi, bu rica üzerine, o cesedi kuyuya nasıl indirdiklerini sordu. Eyne Kocaoğlu da, iple sarkıttıklarını itiraf etti.

İsa Efendi ona, o ipin boynuna geçip bu dünyada ettiğinin cezasını bulmaya razı olup olmayacağını sordu. Eyne Kocaoğlu razı olduğunu söyleyince, Mecdüddin İsa Efendi, onun için hayır duada bulundu.

    Aradan bir zaman geçti ki bir gün Eyne Kocaoğlu’na bir suç isnad edildi ve bu suçtan dolayı iple asılarak idam edildi. Mecdüddin İsa Efendi bunu duyunca ağladı ve ölünceye kadar onun için hayır duada bulunacağını söyledi.

 

AYYAŞ KUYUMCU

    Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri Aydın’ın Köşk beldesinde bulunduğu sıralarda orada fasık bir kuyumcu vardı. Her gün içer sarhoş olur Mecdüddin İsa Efendi’nin kapısı önüne gelip nara atardı.

    Bir gün yine geldi ve şöyle bir nara attı ve yürüyüp gitti;

    -Ya Şeyh, eğer münkiri yola getirmeye kadir isen, işte ben yoldan çıkmış münkirim, yola getir! Ya şeyhlenip yürüme ve kuru açlık çekme, gel yiyelim içelim!

Mecdüddin İsa Efendi onun ardından bir “Hû!” çekip murakabeye daldı. Biraz murakabeden sonra başını kaldırdı ve talebelerine o sarhoşun yarın ne halde olduğunu görmek için mezarlığı gidip bakmalarını emretti.

    Talebeler ertesi gün mezarlığa gittiklerinde o kuyumcuyu bir mezarın başında ağlarken gördüler. Kuyumcu bir müddet ağladıktan sonra dervişleri farkedip yanlarına gitti ve kendisini, günahlarına tevbe etmek için Şeyhlerinin huzuruna götürmelerini istedi.

    Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri’nin yanına götürdüler. İsa Efendi ona kabirde şarap içenlerin halinin nasıl olduğunu gördün mü diye sual eyledi. Kuyumcu da gördüğünü söyleyince, İsa Efendi ne gördüğünü dervişlere anlatmasını emretti.

    Kuyumcu da, kabirlerin kenarından geçerken bir inilti duyduğunu, biraz dinledikten sonra iniltinin, beş yıl önce ölmüş olan kardeşinin mezarından geldiğini farkettiğini. Kardeşinin ölmeden önce devamlı beraber şarap içmekte olduklarını ve mezarda ona azap edildiğini gördüğünü söyledi.

    Bunun üzerine Şeyh Hazretleri ona kardeşine nasıl azap edildiğini sual etti. Kuyumcu da, Cehennemin azap meleklerinin ellerinde kadehler ve kaynar sular bulunan kaplarla kardeşinin yanında olduklarını, zorla onun ağzını açıp o kaynar sudan içirdiklerini, o “meded susadım!” diye feryad etmekte ve arkasından yine içirmekteydiler. Kardeşine azap meleklerinin ona niçin bu kaynar suları içirdiklerini sorduğunda, dünyada içtiği şarapları kaynatıp boğazına döktüklerini söyledi ve kendisinin kabire tevbe etmeden geldiğini, kıyamete kadar bu halde devam edeceğini , kendisinin halinden ibret alıp tevbe etmesini tavsiye ettiğini anlattı.

    Bu dehşetli manzaraları gören o kuyumcu derhal tevbe ederek Mecdüddin İsa Efendi’nin talebeleri arasına katıldı.

 

ONALTI KIZ ANNESİ KADIN

    Bir gün Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri’nin huzuruna bir kadın geldi ve şimdiye kadar onaltı kız çocuğu olduğunu, bunlardan sekizinin öldüğünü söyledi.

    Bunun üzerine İsa Efendi Hazretleri ona erkek çocuk mu istediğini sordu. Kadın da erkek çocuk istediğini ifade etti.

    İsa Efendi Hazretleri bazı esmaları her gün belli sayıda zikretmesini tavsiye etti.

    Bu tavsiyeden sonra o kadının peş peşe altı adet oğlan çocuğu dünyaya geldi.

 

KUŞBAZ VE KUMARBAZ KOMŞU

    Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri’nin Akhisar’da kuş düşkünü ve kumar düşkünü bir komşusu vardı. Bu adam vefat etmişti. Vefatından otuz yıl kadar sonra bir gün İsa Efendi bu komşusunu rüyasında gördü.

    Rüyasında o komşusu Cehennemin kenarında oturuyordu. Cehennem ile arasında iki kat bir bez gerili idi. Arada bir Cehennem’den bir alev uzanıp o bezi de geçerek onun yüzünü dağlıyordu.

İsa Efendi Hazretleri ona halini sual edince o komşusu, kuşbazlık ve kumarbazlık için bir daha yapmamak üzere ölmeden önce tevbe ettiğini, fakat sakalını traş ettiği için arada bir Cehennem’den bir alev uzanıp yüzünü dağladığını söyledi.

    İsa Efendi Hazretleri bunun üzerine, Cehennem tarafına doğru gerilmiş olan o iki kat bezi sordu. Komşusu da, dünyada iken garip ve kimsesiz birinin vefat ettiğini, hayır olsun diye ona kefen sardığını, sardığı o iki kat bezin bu kadar faydasını gördüğünü, başka büyük bir günahı olmadığı için Cehennem’e koymadıklarını, Cennet’e girecek salih ameli de olmadığı için böyle arada kaldığını söyledi.

    İsa Efendi o komşusuna, otuz yıldır bu hal böyle midir diye sual etti. Komşusu da, daha önce Cehennem’e daha yakın olduğunu, dünyada yaşamakta olan oğlunun onun için zaman zaman hayırlar yaptığını, her hayır yaptığında Cehennem’den biraz uzaklaştığını söyledi.

İsa Efendi, bu durumunu oğluna haber vereyim mi diye sordu. O da, kendisi için hayır istediğini oğluna söylemesini rica etti.

    Bunun üzerine İsa Efendi, rüyasında olanları gidip o komşusunun oğluna anlattı. Komşusunun oğlu dinledikten sonra evine girip derhal yüz akçe bulup getirdi ve Şeyh hazretlerine bir hayır işine sarfetmesi için teslim etti.

    İsa Efendi yüz akçeyi alıp dergahına gitti. O gün dergahına iki derviş geldi, kış geldiğini giyecek elbiseleri olmadığını söyleyip ondan yardım istediler. İsa Efendi de, komşusunun oğlundan aldığı yüz akçeye yirmi akçe de kendisi kattı ve elbise alması için o iki dervişe teslim etti.

Aradan bir zaman geçti. İsa Efendi o komşusunu bir daha rüyasında gördü ki çok güzel bir makamda oturur ve üzerinde Cennet elbiseleri vardır. Ona bu güzel halini sordu. Komşusu da oğlunun ve İsa Efendi’nin yaptığı o hayır sebebiyle bu güzel dereceye ulaştığını haber verdi.

 

RODOS’UN FETHİ

    Kanunî Sultan Süleyman’ın Rodos Seferi’nden önce imamı olan Bektaş Efendi, Aydın’ın Köşk Beldesinde bulunan Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri’nin dergahına uğramıştı. Bektaş Efendi bu mübarek insanın kendileriyle beraber gelip bu sefere katılması için çok ricalarda bulundu.

    İsa Efendi ise kabul etmeyerek şöyle dedi;
    -Şimdi Rodos’ta büdeladan (kırklardan) bir kimse vardır. O gitmeyince kale fetholmaz. Cezirede (adada) varıp eğlenmek güç, lütfeyle ibram etme (ısrar etme)!
    Hakikaten Şeyh Hazretlerinin dediği gibi oldu. Osmanlı ordusu sekiz ay kadar kaleyi toplarla dövmelerine rağmen kale fetholmamıştı. Sonra bir gün kalenin içinde bulunan ricalü’l-gayb evliyasından olan zat kale burçlarında gezerken tüfekle vuruldu ve kale ondan sonra ancak fethedilebildi.

 

KİNDAR ADAM

    Şeyh Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri’nin “Polat” isminde bir dostu vardı. Bir gün bu adam vefat etti. Onu gasledip, kefenleyip defnettiler. İsa Efendi bu dostunun cenaze namazını kılmıştı.

    İsa Efendi bir gün bu dostunu rüyasında gördü ki, yüzünün bir kısmı ak bir kısmı da siyahtır. Ona yüzünün bir kısmının siyah olmasının sebebini sual etti. Dostu da, dünyada bir kişi ile hasım iken, bazı kişilerin onunla barıştırmak için araya girdiğini, daha sonra görünüşte barıştığını fakat içinden barışmayıp kin tutmaya devam ettiğini, o hasmının da, kendisini barıştı zannedip dostluğuna devam ettiğini, bu haline tevbe etmeden ölüm geldiğini, mezarda “Niçin gizli kin tuttun?” denilerek bir alevin yüzüne dokunduğunu ve yüzünün yarısını kararttığını söyledi.

    İsa Efendi bu rüyayı o dostunun oğluna anlattı ve oğlu merhum babası için önce bir kurban kesti ve sevabını hediye etti. İsa Efendi ikinci kez rüyasında gördü ki babasınının yüzü aynen kara duruyor. Durumu oğluna haber verdi. Oğlu bu kez fakirlere yemek yedirdi ve sevabını babasına gönderdi. İsa Efendi rüyasında tekrar gördü ki o dostunun yüzünde bir değişiklik yoktur. Durumu tekrar oğluna bildirince, oğlu artık yapabileceği bir şey olmadığını söyledi.

    İsa Efendi daha sonra tekrar o dostunu rüyasında gördü ve o kin tuttuğu zatın kim olduğunu sordu. Dostu da, kim olduğunu söylemek istemedi. İsa Efendi ısrar edince o kin tuttuğu zatın İsa Efendinin kendisi olduğunu utanarak itiraf etti.

    Bunun üzerine İsa Efendi o kindar dostuna haklarını helal etti. Tekrar rüyada gördü ki dostunun yüzünün karalığı biraz gitmiş fakat devam ediyor, daha sonra bir miktar Kur’an-ı Kerim okudu ve sevabını o dostuna hediye etti. Bu hediyeden sonra gördüğü son rüyada artık dostunun yüz karalığının tamamen gittiğini gördü.

 

EŞEK ŞAKASI

    Bir gün akıl yönünden safça birinin merkebi kaybolmuştu. O saf adam sağda solda merkebini ararken muzip ve edebi kıt bir tanıdığına rastladı. Merkebini görüp görmediğini ona da sordu. O edebi kıt adam muziplik olsun diye, ona Şeyh Mecdüddin İsa Akhisarî Hazretleri’nin dergahının kapısını göstererek, eşeğinin içerdeki odalardan birinde olabileceğini söyledi.

    O saf adam da inandı ve gidip İsa Efendi Hazretlerinin huzuruna çıkıp;

    -Merkep hapsedecek evler varmış, açıversen o evleri görsem, acep benim merkebim de bunda hapsoldu mu bilem? Dedi.

    İsa Efendi de;

    -Senin merkebin bizim hapishanemize girmedi, görmen lazım değil, dedi.

    O saf adam ikna olmayıp yine de odaları görmek istediğini söyleyince, İsa Efendi ona kızmadı ve içinde dervişlerinin bulunduğu halvet odalarını bir bir açıp ona gösteriverdi.
Safdil adam odalara baktı ve içindeki dervişleri de merkep suretinde gördü. Merkebinin orada bulunan merkeplere benzemediğini görünce de ikna olup gitti. O gidince bu sefer onu gönderen muzip adam çıkıp geldi. Şeyh Hazretlerine bön bir adam gönderdiğini, ona ne yaptığını sordu. İsa Efendi de;

    Halvethane odalarını açtığında, kendi dervişlerine nazar edip o saf adamın gözüne merkep olarak göründüklerini, yoksa eşek ararken içerde bir derviş olduğunu görürse, utanmasının mukadder olduğunu söyledi. Daha sonra da, onun eşeğini çabuk gidip bulmasını yoksa başına bir musibete uğrayacağını söyleyince o muzip adam korkusundan hemen gitti o saf adamın eşeğini buluverdi.

 

(Kaynak:Şeyh Mecdüddîn Bayramî)

(Resim:evliyalar.net)

 

 

 

 

YORUM YAP