
Şeyh İsmail Çetin Hz. (1942-2011)
ZENGO’NUN EDEPSİZLİĞİ
Şeyh İsmail Çetin Hocaefendi anlatır;
İsmet İnönü’nün Başbakan olduğu, ağır bir zulüm ve istibdat yönetiminin hüküm sürdüğü yıllardır. Ninesi Hatice Hanım da, bu baskı ve zulümlerden kaçmak için, etrafıyla birlikte 1928 senesinde, Kele köyünde oturan Halil Ağa’nın himayesine girmişler.
Orada kalırlarken, bir gün ninesi ibriğini alıp çeşmeye su doldurmaya gitmiş. Himayesine sığındıkları Halil Ağa’nın, “Zengo” adında azgın bir çoban köpeği varmış. Bu köpeğin huyu çok kötüymüş. Bir kişiye saldırmak istediği zaman hiç havlamadan sinsice yanına yaklaşıyor ve aniden yakalıyormuş. Hatice Nine’yi görünce, aynı şekilde hiç ses çıkarmadan arkasından gelmiş ve aniden çarşafından yakalayıp havlamaya başlamış.
Hatice Nine de o andaki korkusundan çığlık atmış. Arkasını dönüp bakınca Halil Ağa ve adamlarının güneşlikte oturduklarını görünce köpeğe neden müdahale etmediklerine üzülmüş. Ondan sonra köpeğe dönerek;
-Hey zalim seni! İnönü’den kaçtık, buraya geldik. Meğer sen Halil ağa’dan daha edepsiz, İnönü’den daha düşmanmışsın. Bir daha seni buralarda görürsem, Cehennem’de yaktırırım seni. Defol Batman’a! Git, seni görmeyeyim!…, diyerek onu kovmuş.
Halil ağa diyordu ki; “Zengo Batman’a kadar durmadı. Birkaç gün aramaya gittim. Beni görünce bana saldırdı. Ne ettimse onu getiremedim, ağlaya ağlaya döndüm.”
(Kayn.:cevaplar.org)
İLİM TALEBESİNİ İMTİHAN
Şeyh İsmail Çetin Hazretleri’nin oğlu Şeyh Muhammed Said Çetin babasından naklen anlatır:
Şeyh İsmail Çetin Hazretleri, gençliğinde henüz ilim tahsili için seyahatler yaptığı bir zamanda, Siirt’te Şeyh Molla Muhammed Zivingî’nin adını duyar ve ondan ilim tahsili etmek ister. Bu maksatla yaya olarak onun köyünün yolunu tutar.
Ziving köyüne yaklaştığı bir yerdeki pınar başında dinlenirken, sırtında çırpılardan bir bağ yükü olan, köylü kıyafetinde ihtiyar bir adamla karşılaşır. Köylü kıyafetindeki adam ona, kim olduğunu, nereden geldiğini ve maksadını sual eder. İsmail Çetin Efendi de, Diyarbakırlı olduğunu, Molla Muhammed Zivingî’nin iyi bir hoca olduğunu duyduğunu, onun yanına ilim tahsili için gitmekte olduğunu söyler.
Köylü adam ona bu sefer;
-Hâ, o da hoca mı olmuş? Bak beni dinle, en iyi onu ben tanırım. Hiç adamı görmene lüzum yok… Cahiller cühelalar onu teşhir etmişler. Yol yakınken geri dön!, diyerek o hocanın aleyhinde laflar eder.
İhtiyar köylü adamın hocanın aleyhinde konuşması İsmail Çetin Efendi’yi çok kızdırır, ayağa kalkıp adama dövmek üzere yaklaşır ve;
-Bak sofi, ben Hazroluyum. Hocaların aleyhinde konuşma! Seni burada öldürür, memleketime döner giderim. Kimse de seni kimin öldürdüğünü bilemez, diye tehdit eder.
Fakat yaşlı köylü hiç istifini bozmaz ve tehdide aldırmaz. Tekrar o hocanın yanına gitmeye değmeyeceğine dair onu vazgeçirmek için kötüleyici sözler söyler. İsmail Çetin Efendi, yolundan dönmeyeceğini oraya gideceğini söyleyince, yaşlı köylü beraber gidelim diye ona teklifte bulunur ve beraber köye doğru yürümeye başlarlar. İsmail Çetin Efendi genç olduğundan, ihtiyarın yükünü alır, kitaplarının olduğu çantayı da daha hafif olduğundan ihtiyara verir.
Yokuş bir yerde yukarı çıkarlarken, İsmail Çetin Efendi, bu yükü taşımakta çok zorlanmaya başlar, ter içinde kalır, hatta aciz kalır. Daha sonra bir bakar ki, iri iri birkaç kaya parçasının yükün üzerine konmuş olduğunu, ihtiyara verdiği çantasının da, onların üzerine konduğunu görür. Tam buna sinirlenmişken, bir de ihtiyar;
-Ahmak oğlan, çüş, çüş! demez mi?,
İsmail Çetin Efendi, çırpı yükünü sırtından attıktan sonra, küplere biner ve o ihtiyara bağırıp çağırır, tam sinirle ihtiyarı dövmek üzere iken, vazgeçer. Çantasını alır ve köye doğru yalnız yürüyüp gider.
Camiye varınca orada, yaşlı bir adamın bir talebeye ders okuttuğunu görür ve onun elini öper. Yaşlı adam ona kendisinin hoca olmadığını, hocalarının kendi bağına budama işi için gittiğini söyler.
Birazdan önceden kavga ettiği o yaşlı köylü adam kapıdan içeri girer, herkes hürmetle ayağa kalkar. Ona gösterilen bu hürmetten onun, Molla Muhammed Zivingî olduğunu anlar. Aralarında geçen hadisede, ona söylediği edebe aykırı söz ve davranışlarından dolayı çok utanır ve özürler diler.
İsmail Çetin Efendi’yi bu şekilde çetin bir imtihandan geçiren Molla Muhammed Hazretleri de, ona yakınlık gösterip iltifat eder, gönlünü alır ve talebeliğe kabul eder.
Not:2020 Yılında vefat eden Molla Muhammed Zivingî ile karıştırılmamalıdır. Kendisi 1971’de vefat etmiş ve kabri Ankara’dadır.
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
TESETTÜRSÜZ YAŞLI KADIN
Şeyh İsmail Çetin Hazretleri’nin oğlu Şeyh Muhammed Said Çetin, babasından naklen anlatır:
Şeyh İsmail Çetin Hazretleri, gençliğinde yolu İstanbul’a düştüğü bir zaman, belediye otobüsüne biner. Eminönü’de belediye otobüsünün içinde iken, insanların koşuşturmalarına bakar, herkesin dünya peşinde koşturmakta olduğunu görür ve acaba kalbi Allah ile beraber olan var mı?, diye içinden düşünmeye başlar.
O sırada tesettürü olmayan yaşlı bir kadının, otobüse doğru ilerlediğini görür. Tesettürsüz o kadını görünce içinden, ‘Şu gelen kadın, dünya gibi yaşlı haliyle, on sekizlik delikanlı gibi kendini süsleyip, gençleri yoldan çıkarmaya çalışıyor.’, diye geçirir.
Kadın gelip otobüse biner ve daha ilk adımından itibaren;
“Bismillahirrahmanirrahim, Subhanellezi sahhara lenâ hâzâ ve mâ kunnâ lehu mukrinîn, ve innâ ilâ Rabbinâ lemunkalibûn”, duasını açıktan okur. Bu dua, bir bineğe binerken okunması tavsiye edilen bir duadır. İsmail Çetin Efendi, kendisinin bunca ilmine rağmen, hadisle varit olan böyle bir duayı okumak kendi aklına gelmezken, böyle tesettürsüz bir kadından görünce hayretler içinde kalır.
Yaşlı kadın yanında geçerken İsmail Çetin Efendi’ye;
-Yavrum kimseyi dış görüntüsüne aldanıp yargılama!, diye ikaz eder.
İsmail Çetin Efendi, bu hadiseden sonra da, ilim olarak öğrendiği fakat günlük hayatta okumadığı böyle duaları sürekli okumaya başlar.
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
ESMER MOLLA VE YAKIŞIKLI BERBER
Merhum Şeyh İsmail Çetin (k.s) hazretlerinin gençliğinde bir gün yolu İzmir’e düşer. O sıralar henüz sakal bırakmamıştır. Sakal tıraşı olmak için bir berbere girer. Berber yakışıklı, tatlı yüzlü, temiz simalı birisidir. İsmail Efendi, bir kendi esmerliğine, bir de güzel yüzlü ve yakışıklı berberin yüzüne bakmış. Kendi kendine hayıflanmış ve içinden;
-“Ya Rabbi beni esmer olarak yarattın, ama güzel ve faydalı ilim verdin. Elhamdülillah istikametim de yerinde. Kim bilir şu adam belki büyük günah bile işliyordur. Şu berberin yakışıklılığını bana verseydin, ben hem parlak yüzümle hem ilmimle ümmete daha iyi hizmet etmez miydim?”, diye geçirir.
Tam o anda, berber onu tatlı tatlı süzer ve;
“Merak etme, içim de temiz benim!”, diye söyler.
İsmail Efendi çok şaşırmıştır. Adam, kalbinden geçenleri bilmiş ve onun kendisi hakkındaki kötü zannını, tatlı bir şekilde ikaz etmiştir. Bunun üzerine, o berberin hali hakkında büyük bir merak içine düşer. Tıraşını olup çıktıktan sonra, dışarıda bir yerde berberin kapanma saatine kadar bekler. Daha sonra berberi, içinden geçeni nasıl bildiğini söylemesi için ısrar eder.
Bu ısrarlar üzerine berber halini şöyle anlatır;
“Gençliğim biraz hızlı geçti, bazı büyük hatalara bulaştım. Babam hastalandı. Mübarek biriydi ama biz kadrini bilemedik. Çevreye, çamura bulandık. Beni yanına çağırıp dedi ki;
-“Oğlum, bunca zamandır hoyratça yaşadın. Nasihatlerim sana kâr etmedi. Son sözüm şudur, yaparsan pişman olmazsın. Hayatın düzelir, bereketlenir. Her gün Rasul-i Zişan’a beş yüz salavat oku!…” dedi.
Ardından vefat etti. Onun vefatıyla sarsıldım. Birkaç ay içimdeki hasret ateşiyle salavatımı okudum. Alışkanlık haline geldi. Ardından namaz kılmak arzusu, günahlardan kaçmak ve tövbe etmek geldi içime. O gün bugündür şu kadar sene oldu, salavatlarımı terk etmedim. Allah Teâlâ da bana böyle hisleri nasip etti.”
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
DEREYE YUVARLANAN ADAM
Şeyh İsmail Çetin Efendi’nin henüz tasavvufa girmediği, sadece Molla icazeti olduğu zamanlardır. İsmail Çetin Efendi, bir gün Seyyid Abdulhakim Hüseynî Hazretleri’nin sofisi olan, Doktor Ahmet Çağıl ve üç arkadaşı ile beraber, arabayla bir yolculuğa çıkarlar. Arabada Molla Nizamettin ve onun Hocası ayrıca, başka bir adam daha vardır.
Yolculuk boyunca, sohbet döner dolaşır mürşidlerin irşadı meselesine gelir. İsmail Çetin Efendi, bu zamanda kamil mürşit olmadığını, mürşit olduğu iddia edilenlerin, halkı bir nevi sihirbaz gibi zehirlediklerini söyler.
Yolda ilerlerken bir grup insanla karşılaşırlar ve arabayı durdurup aşağı inerler. Meğerse Seyyid Abdulhakim Hüseynî hazretleri de yolculuk sırasında orada mola vermiş, onu görenler de ziyaret ediyorlarmış. İsmail Çetin Efendi ise, arabada kalıp inmez. Arabadaki Doktor Ahmet ve iki molla Gavs Hazretleri’ni ziyaret ederler.
Fakat, arabadaki üçüncü şahıs yürürken yuvarlanıp derenin içine düşüverir ve sırılsıklam ıslanır. Sırılsıklam haline aldırmadan, hemen Gavs Hazretleri’nin yanına gidip ona intisap eder.
Daha sonra arabaya binip yola devam ederler. Yeni intisap eden kişi o iki mollaya; ‘İkiniz de güya hocasınız, milleti irşad ettiğinizi ve tebliğ ettiğinizi iddia ediyorsunuz. Gerçek mürşid bunun gibilerdir. Zira yanınızda bunca saat cünüp olduğum halde, siz fark etmediniz. Ama o bir bakışla beni dereye yuvarladı ve o bakış tövbe etmeme sebep oldu’, diyerek onları tenkit eder.
Mola sırasında, Gavs Hazretlerinin nazarlarından İsmail Çetin Efendi’de nasibini alır ve çok etkilenir. Bir başka gün kendisi Gavs Hazretlerinin dergahının bulunduğu Kasrik köyüne gider. Orada, Gavs Hazretleri evinden çıktığı bir sırada, ona bir nazar eder. Bu öyle bir nazardır ki, onu cezbeye sokar, tam 21 gün boyunca “Hak Ya Rabb, Hak Ya Rabb!” diyerek kendinden geçmiş bir vaziyette dolanır. Cezbesi hafifleyip kendine gelince de tövbe ve tarikat intisabını gerçekleştirerek Seyyid Abdulhakim Efendi’nin talebesi olur.
Gavs Hazretleri bu intisaptan sonra yaptığı sohbette, isim vermeden bir hikaye anlatır. Bu hikayeye göre;
Adamın birinin dokuz çocuğundan hayatta kalen tek bir erkek çocuğu vardır. Adam bir gün bebek yaşında olan bu çocuğu tarlaya götürür. Tarlada iş yaparlarken, adam bir de ne görsün? Bir yılan o bebeği sarmış ve yılanın kafası da bebeğin ağzının önünde durduğunu görmüş.
Hemen yanındaki mavzeri almış. Fakat ateş etse, hem yılan hem de oğlu ölecektir. Ateş etmese bu sefer yılan çocuğu sokup öldürecektir. Bu durumda çaresiz ve tereddüt içinde iken, Gavs-ı Hizani diye bilinen Seyyid Sıbğatullah Arvasî hazretleri manen yetişir ve eliyle yılanın boğazını sıkar. Yılan hava alamayınca çocuğu bırakıp kaçar.
Anlattığı bu hikaye İsmail Çetin Efendi’nin bebek iken başına gelen ve babası Molla Mahfuz tarafından kendisine anlatılan, yalnızca kendisinin bildiği bir hadisedir. Abdulhakim Hüseynî hazretleri hikayeyi isim vermeden, keramet olarak anlatmış, İsmail Çetin Efendi de sohbetin sadece kendisi ile ilgili olduğunu hemen anlamış.
NOT: İsmail Çetin Efendi Hz. bu hadiseden dolayı, Kendisinin Gavs-ı Kasrevî Seyyid Abdulhakim Hazretleri’ne teslim olmadığını, aksine onun kendisini esir aldığını ifade etmiş.
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
GAVSIN SOHBETİ VE MUZIR HAYVAN
Şeyh İsmail Çetin Efendi henüz 17-18 yaşlarında bir Molla iken, Gavs-ı Kasrevî Seyyid Abdulhakim Hüseynî Hazretleri’ne yeni intisap ettiği zamanlarda, bir gün, Gavs Hazretleri sohbet etmekte ve Molla İsmail Çetin Efendi de, bu sohbeti can kulağıyla dinlemektedir.
Sohbet devam ederken, İsmail Efendi topuğunda bir ara iğne batmış gibi bir acı hisseder ve arkasından dayanılmaz bir acı… Sohbeti dinlemek istediğinden önem vermez, arkasından ikinci bir batma ile birlikte acı ikiye katlanır. Gayri ihtiyari eli topuğuna gider ve ne olduğuna bakmadan topuğunu sokan şeyi avucunun içine alıverir.
Bu sefer elinin içine aldığı şey baş parmağını iki yerinden daha sokunca, elindeki muzır hayvanı duvara fırlatıverir. Fırlatırken baktığında, onun siyah renkli büyük bir akrep olduğunu görür. Tekrar sohbete odaklanıp dinlemek ister, fakat hissettiği bu müthiş ağrılar onu sohbetten koparır.
Tam o anda Gavs Hazretleri Molla İsmail Efendi’ye;
-Molla! Ne oluyor sana? Akrebin sokması Gavsın sohbetinden daha mı kıymetli? Yanıma gel!, diye buyurur.
Molla İsmail yanına gittiğinde, Gavs Hazretleri besmele çekerek eline akrebin soktuğu yerleri mesheder. Böylece akrebin ağrılar diner ve sohbeti tekrar dinlemeye devam etme imkanı bulur.
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
KİN VE HASED CİNNETİ
İsmail Çetin Hocaefendi, henüz genç, yeni evli bir molla iken, Diyarbakır’a yakın bir köy olan Kâbi (Bağıvar) Köyünde imamlık yapıyordu. Bir zaman sonra, Hazro’da oturan babası Molla Mahfuz Efendi vefat edince, babasının ikinci eşinden olma kardeşleri ve üvey annesi mağdur olurlar. İsmail Çetin Hocaefendi, üvey annesinin çocukluğunda ona yaptığı eziyetlere aldırmadan, onları Hazro’dan alıp Kabi köyüne getirip yerleştirir.
Köyde üçüncü çocukları olur, adına Hasan Mes’ud koyarlar. Fakat, bu çocuk İsmail Çetin Hocaefendi’nin köyde bulunmadığı bir zamanda, on iki günlük iken vefat eder. İsmail Çetin Hocaefendi, haberi alıp köye gelir. Çocuğunun vefatına üzülürken, o sırada hanımı hasta olur.
Bu sefer hanımını alıp Diyarbakır’a hastaneye götürür. Götürürken de, evdeki çocukları akrabalarına emanet edip gider. Akşama kadar hastane işlemleri ile uğraştıktan sonra köye dönerler. Bir bakarlar ki, bebek yaştaki Muhammed Said ismindeki çocuğu ortalarda yoktur.
Etrafı arayıp soruştururlarken, akşam saatlerinde akrabasından bir hanım, bebek Muhammed Said kucağında olduğu halde çıkıp gelir. Bir solukta heyecanla ne olduğunu anlatıverir.
Mağdur diye Hazro’dan alıp köyüne getirdiği, Üvey annesinden olan üvey kardeşleri, o bebeği alıp, hiç kimseye görünmeden köyün çöplüğüne atıp gelmişlerdir. Çocuğu kucağında geri getiren hanım, onların bu yaptığını, onlar fark etmeden uzaktan takip etmiş, onlar gittikten sonra da, çocuğu çöplükten alıp evine götürmüş, hatta emzirerek karnını doyurmuştur.
İsmail Çetin Hocaefendi, derhal onların evine gidip sıkıştırdığında, üvey annesi ve kardeşlerinin, önce çocuğa zehirli süt içirdiklerini, sonra da köyün çöplüğüne kimseye görünmeden atıp geldiklerini öğrenir. Çöplüğe atmalarının sebebi de, köyün köpeklerinin onu bulup parçalayacakları, böylelikle kendi suçlarının ortaya çıkmayacağını düşünmeleridir.
İsmail Çetin Hocaefendi , çocuğu derhal Diyarbakır’a Hastaneye götürür, fakat doktorlar, zehirlenmiş olan bu çocuk için yapacakları bir şey olmadığını söylerler. Ölümle pençeleşen çocuğu, çaresiz ve çok mahzun bir şekilde kucağına alır ve Hastane’den ayrılıp köyüne doğru yaya olarak yola çıkar.
Biraz yürüdükten sonra, kucağındaki o küçücük bebek “GAVS, GAVS, GAVS!”, diyerek bağırmaya başlar. Bağırmaya başlamasıyla beraber yanında, bir cip durur. Bir de ne görsün, cipin içinde kendi mürşidi olan, Gavs Seyyid Abdulhakim Hüseynî durmaktadır.
Adbulhakim Hüseynî Hazretleri, arabadan inmeden selam verir, hal hatır sorup bebeği kucağına alır. Dudakları kıpırdayarak bir şeyler okuduktan sonra bebeği boynundan öpüp geri verir. Daha sonra bebek hakkında;
-Allah ömürlü kılsın! Salihlerden eylesin, ümmete hizmetkar olsun!, diye dua buyurur, arkasından akşam Kabi Köyünde olacağını söyleyip, oraya gelmesini emir buyurur.
Doktorların ümit yok dediği o küçük Muhammed Said bebek, bu duanın bereketiyle iyileşir ve Ümmet-i Muhammed’e hizmet eden mürşidlerden biri olur.
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
PARA İLE YAPILAN ÇİRKİN TERTİP
İsmail Çetin Hocaefendi, Diyarbakır’dan hicret ederek İsparta’nın bir köyünde imamlık yaparken, gerek Müftülük’ten, gerekse halktan gelen dayanılmaz sıkıntı ve baskılar neticesinde, bir gün imamlık vazifesinden istifa edip, İsparta merkeze taşınır.
İstifa etmesi sebebiyle bir maaşı da kalmayınca, maddi olarak büyük sıkıntıya düşer. O günlerde, bir gün çarşıda yürürken, birisi eline 100 TL. tutuşturur ve;
-“Hoca al şu yüz lirayı, evine çoluk çocuğuna ekmek götür!”, der.
İsmail Çetin Hocaefendi de, zaten çok sıkıntıda olduğundan, parayı alıp o zamanki büyük market olan “Elif Market”e girer. Marketten alışveriş yapıp kasaya parayı öder ve tam kapıdan çıkacakken iki polis gelerek, hakkında ‘Makbuzsuz para topladığına’ dair ihbar olduğunu söyleyip ceplerini ararlar.
Ceplerinde aradıklarını bulamayınca, marketin kasasını açtırıp bakarlar. Orada da bulamayınca, ‘Yanlış İhbar’ deyip çekip giderler.
Marketten çıkışta, o parayı eline tutuşturan adam ellerine sarılır ve;
-Hocam ben ettim bari sen etme! Gerçekten Allah’ın sevgili kulu imişsin, diyerek affetmesini ister.
Meğerse, kendisine verilen o yüz liranın seri numarası, önceden polis tarafından tespit edilen bir para imiş. Onu böylelikle makbuzsuz para topladın diye suçüstü yapıp, karşılığında kanunun emrettiği şekilde cezalandırmak istemişler.
Fakat o para, esrarengiz bir şekilde marketin içinde yok olmuş.
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
DOST GÖRÜNEN HAİN
İsmail Çetin Hocaefendi’nin İsparta’daki dostlarından Elektrikçi Kemal anlatır:
Kemal Bey, bir vesileyle İmam Hatip Okulunda öğretmen olan bir adamla dostluk kurar. Bu adam, bir Kadirî Şeyhinin vekili olup arada sırada dükkanına gelir sohbetler ederlermiş. Öğretmen, İsmail Çetin Hocaefendi’yi tanıyor, ona da bir dost gibi davranıyormuş.
Fakat, İsmail Çetin Hocaefendi’nin yüzüne gülen bu adam, içten içe ona düşmanlık ve hased besliyor, hatta daha ileri giderek, kendi tarikat zikir halkalarında, İsmail Çetin Hocaefendi’nin zarar görüp mahvolması için “Kahriye” tabir edilen esmalar bile okutturuyormuş.
Cemaate ve kendi Şeyhi’ne İsmail Çetin Hocaefendi’nin aleyhinde aslı astarı olmayan iftiralar anlatarak, onu cemaatin ve Şeyhi’nin gözünde küçük düşürmek ve soğutmak için uğraşıyormuş.
İsmail Çetin Hocaefendi bir gün, Kemal Bey’in dükkanına gelir. Birazdan da, Derviş Mehmet dedikleri meczup bir adam gelir. Kemal Bey ikisine de çay söyler. Meczup Derviş Mehmed, birden orada bastonunu yere vurarak İsmail Çetin Hocaefendi’ye;
-Hocam, bana müdahale etme! İmanını sökeceğim o adamın!, der.
Hocaefendi de ona;
-Yapma Derviş, ümmete acımak lazım!, dediyse de o;
-Hayır! O hainin teki, sana zarar vermek istiyor. Bırak beni adamın imanını sökeyim, imansız ebedi Cehenneme yuvarlansın…, diyerek niyetinde ısrar eder.
Kemal Bey, onların aralarındaki bu konuşmanın kimin hakkında olduğunu anlayamaz. En sonunda İsmail Çetin Hocaefendi, Meczup Mehmed’i ikna ederek yapmayı istediği şeyden vazgeçirir. Meczup Derviş Mehmet de, “Peki Hocam, dediğin gibi olsun!” deyip dükkandan ayrılıp gider.
Nitekim, akşama doğru, İmam Hatip Öğretmeni olan adam dükkana gelir ve kendisi hakkında;
-Ya Kemal dostum, akşamdan beridir sanki içimden bir şeyler çıkıp gitti. Ne abdest alabildim, ne namaza gidebildim. Sabah namazını kılamadım gitti, Öğle namazı uçtu, ancak biraz önce zar-zor abdest aldım, zoraki namazlarımı kaza edebildim. İçimden gelmiyor, neler oluyor anlayamadım…, şeklinde anlatıp, akşamdan beri başına gelen acayip bir durum olduğundan şikayet eder
Kemal Bey, onun şikayetinden, İsmail Çetin Hocaefendi ile Meczup Derviş Mehmet’in aralarında konuştukları dost görünüşlü hain adamın, o imam hatip öğretmeni olduğunu anlar.
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
NAMAZ MOLASI MÜNAKAŞASI
İsmail Çetin Hocaefendi, 9-10 yaşlarındaki oğlu ve bir talebesi ile beraber bir gün Ankara’na otobüse binip İsparta’ya gitmek üzere yola çıkarlar.
Akşam namazı vakti girince, otobüsün şöförüne namaz kılmak için bir yerde durmasını rica ederler. Otobüs şöförü de, kalın favorili, bıyıkları ağzına dolan biriymiş. Şöför bu rica üzerine dine, kitaba mukaddes değerlere sövüp hakaret etmeye başlar.
Hocaefendi ve talebesi, abdestlerinin olduğunu, namazın sadece iki dakika süreceğini söylerler.
Otobüs şöförü istemiyerek de olsa homurdanarak bir benzinlikte durur. Hocaefendi, oğlunu eşyaların başında bırakıp acele ile benzinliğin mescidine giderler.
Namazlarını kıldıktan sonra bir bakarlar ki, oğlu otobüsten inmiş meydanda ağlıyor, otobüs de, benzinliğin dışında bekliyor. Alelacele yürüyüp otobüse binerler.
Meğerse, onlar mescide girince, şöför gelip oğlunun kulağından tutmuş ve aşağı indirmiş, daha sonra da otobüsü hareket ettirip benzinlikten çıkmaya yeltenmiş. Tam o anda, otobüsteki yolculardan ülkücü bıyıklı bir genç, otobüs şöförünün kafasına silahı dayamış ve İsmail Çetin Hocaefendi ve talebesi gelmeden hareket etmesine engel olmuş.
Ülkücü Genç Hocaefendi’ye:
-Hocam Allah kabul etsin, biz namaz kılmayız, ama dinimize sövene de tahammül etmeyiz. Bizim için de dua edin!, diye söyler.
İsmail Çetin Hocaefendi de ona;
-Allah sizin gibilere hidayet versin, imanınız mükemmel, ama ameliniz eksik…, diye buyurmuş.
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
KÖPEKLERİN OPERASYONU
12 Eylül Darbesi’nden sonraki yıllardır. Kurban derilerinin toplama hususunda tek yetkili kurum Türk Hava Kurumu’dur. Onun dışında deri toplayan yakalanırsa, devleti yıkmaya teşebbüs ve irticai faaliyet diye cezalandırılmaktadır.
Bir Kurban Bayramı’nın ikinci günü, İsmail Çetin Hocaefendi, İsparta’daki evinde sabah namazının tesbihatını yaparken, dışarıda sesler duyar. Pencereden baktığında, birkaç adamın bir kamyonetten müstakil evinin dışında bulunan kömürlüğüne, gizlice bir şeyler bırakıp gittiklerini görür.
İsmail Çetin Hocaefendi, o anda onlara müdahale edemez, adamlar da aceleyle hemen kaçıp giderler. Adamlar gittikten sonra, bir anda evin çevresinde birçok köpek toplanır. İçlerinde komşunun iki av köpeği bile vardır.
Meğerse, adamların gizlice bıraktığı şeyler kurban derisi imiş. Köpeklerin bir kısmı kömürlükten derileri çıkarıyor, bir kısmı derileri parçalıyor, birkaçı da hızlıca parçalanan derileri götürüp mezarlığa bırakıyordu. Taşıma işi bittikten sonra da, hepsi birden merdiven ve bodrumdaki kan izlerini dahi dilleriyle temizlerler. Daha sonra, hepsi birden mezarlığa gidip orada bekleşirler.
Nitekim, güneş doğduktan sonra, polisler evi basarlar. ‘Hakkınızda şikayet var’ deyip arama yaparlar. Aradıklarını, yani kendi koydukları suç delillerini bulamayınca birbirlerine küfrederek çekip giderler.
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
PALA MEHMET
İsparta’da Pala Mehmet dedikleri, davranışları ve yaşantısıyla eşin ve arkadaşlarını bezdiren bir adam vardı. Bir gün arkadaşları onu, yaka paça alıp İsmail Çetin Hocaefedi’ye tövbe etmesi için getirirler. İsmail Çetin Hocaefedi de, kendisine tövbe için gelenleri, adeti veçhile Mahmud Sami Ramazanoğlu, Mehmed Zahid Kotku, Seyyid Muhammed Raşid veya Seyda Molla Ali Arıncî gibi mürşidlerden birine gönderiyordu. Pala Mehmet’i de Şeyh Molla Ali Arıncî’ye gönderir.
Pala Mehmet onun tavsiyesi üzerine gidip, Siirt’in manevi dinamiklerinden, Seyda Molla Ali Hazretleri’ne intisap eder ve onun talebesi olur. Bu intisaptan sonra, eski aykırı davranışları son bulur, sakin ve ibadetlerine düşkün bir insan haline gelir.
Birkaç ay bu istikamet üzere hayatını devam ettirir. Bir akşam Nakşibendi yolunda Mürşidinin verdiği bir vazife olan, akşam rabıtasına (*) oturur. Akşam yemeği ile meşgul olan hanımı bir ara ona seslenir, fakat cevap alamaz. Cevap alamayınca bir bakar ki rabıta oturuşu halinde iken, ruhunu teslim ettiğini anlar.
Vefatından birkaç gün sonra, rüyada görürler. Rüyada der ki;
-Başıma ne geldi bilemedim. Beni alıp yemyeşil bir yere götürdüler, bir seccade serdiler… ‘Kaza namazların çok, onları burada tamamla!’, dediler. Ben iyiyim merak etmeyin!
*RABITA: Bir müridin, Şeyhinden feyz talep etmek için bir müddet tefekkür halinde oturmasıdır. Bu bir ibadet olmayıp terbiye metodudur.
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
YAŞLILIKTA GÖZLÜK İHTİYACI
İsmail Çetin Hocaefendi, Siirt’in ilim yuvalarından, Tillo’ya bir ziyaretindeki hatırasını şöyle anlatır;
İsmail Çetin Hocaefendi, Tillo Medresesi’nde, Şeyh Molla Burhan Hazretleri’nin de hocası olan, Molla Halil Efendi’yi ziyaret edip elini öper. Ziyaret sırasında, talebesi olan Molla Burhan ve Molla Bedreddin’in gözlük taktıkları halde, kendisinin çok yaşlı halinde gözlük kullanmaması dikkatini çeker. Molla Halil Efendi’ye merakından sual eder;
-Kurbanım bende okuma gözlüğü var, Seyda Bedreddin de, Molla Burhan da, gözlük kullanıyor, maşallah sizde gözlük göremiyorum. Biz içeri girerken baktım ki, kitap mütalaasını gözlüksüz yapıyorsunuz…
Molla Halil Efendi şöyle cevap verir:
-Uzun zaman önce gözüme sanki perde indi, okuyamaz oldum. Damadım beni hekime götürdü. Hekim muayene yaptı, bana ayna verdi… Aynayı takınca görüyorum, çıkarınca kör oluyorum. Eve geldim Kur’an-ı Kerim’i açtım. Baktım harfleri göremiyorum, hekimin verdiği gözlüğü taktım, harfler belli oldu. Çıkardım attım, ellerimi açıp dedim ki; ‘Ya Rabbi, bunca senedir senin dinine hizmet etmişim. Yüzlerce hafız yetiştirmişim. Şu kadar talebeye icazet vermişim. Şimdi beni şu gözlüğe muhtaç etmen reva mıdır?’, o gün bugündür gözlüğü atmışım…
Molla Halil Efendi’nin mahzun bir halde, Rabbine adeta nazlanarak yaptığı, bu dua kabul olmuş, o günden beri gözleri eski sağlığına kavuşmuş.
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
GAVS’IN KAVUNLARI
İsmail Çetin Hocaefendi, Gavs-ı Kasrevî diye bilinen Seyyid Abdulhakim Hüseynî Hazretleriyle olan bir hatırasını şöyle anlatıyor:
-“Evliya kerametlerinden biri de, kırk kişiye bir kişinin, bir kişiye de kırk kişinin yemeğini yedirmesidir. Ben Gavs’ın hizmetinde iken, dergah ve medresenin kilerinden sorumlu idim. Günlerden bir gün köylünün biri, bir römork kavun getirdi. Sofi ve talebeler römorku boşaltırken, arada bir Gavs bana elleri ile kavun soyuyor, ikram ediyordu. İş bittikten sonra bir saydım ki, altı tane kavun…”
İsmail Çetin Hocaefendi, o gün o kavunları yedikten sonra, midesinde en küçük bir şişkinlik ve rahatsızlık hissetmez.
(Kayn.:Velinimetim Üstad İ.Çetin)
