ŞEYTANIN OYUNU
Bir kere Abdülkâdir Geylânî hazretleri şöyle bir ses işitti: “Ey Abdülkâdir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım.” Bir rivâyete göre de; “Başkasına yasak olan şeyleri sana helâl kıldım.” diyordu.
Bunun üzerine Abdülkâdir Geylânî hazretleri Eûzü çekti. “Kovulmuş şeytandan Allahü teâlâya sığınırım. Sus ey mel’ûn!” diye bağırdı. Bunun üzerine aynı ses; “Ey Abdülkâdir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun. Halbuki ben bu yolda yetmiş kişiyi yoldan çıkardım.” dedi.
Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; “Sana haramları helâl ettim, sözünden anladım. Çünkü Allahü teâlâ böyle şeyleri emretmez.” buyurdu.
(Kayn.:Evliyalar Ans.)
VESVESELİ ADAMIN TERBİYESİ
Terîm’de vesvesesi çok bir adam vardı. Abdestini vesveseyle aldığından çok uzun zaman sürerdi. Seyyid Alevî hazretlerinin ve talebelerinin çabuk çabuk abdest almaları hoşuna gitmez, onlar iyi abdest almıyorlar der, beğenmezdi.
Birgün Seyyid Alevî hazretleri abdest almak için su istedi. Kendisine vesveseli adamın kuyu başında abdest aldığı haber verildi. Seyyid hazretleri kendilerini ve talebelerini beğenmeyen bu zâtı hatırladı. Abdest işini gittikçe uzatan o kimse, bulunduğu yerde şiddetli bir susuzluk hissetmeye başladı. Hemen bir kova su içti. Daha sonra bir kova daha içti. Hâlâ susuzluğu gitmiyordu. Daha sonra kendisini oradaki çamurlu bir su birikintisinin içine attı. Bunun sebebini düşündüğünde, Seyyid hazretleri hakkındaki kötü düşünceleri olduğunu anladı. Hemen gidip özür diledi. Duâ istedi. Sonra vesveseleri gitti.
(Kayn.:Evliyalar Ans.)
ABDEST VE TAHARETTE VESVESE
Ebû Ali Rodbârî hazretleri, tahâret ve abdest konusunda çok titiz davranırdı. Bâzan vesvese derecesine varan bu titizliği sebebiyle güç durumda kalırdı.
Bir defâsında tahâret husûsunda vesveseye kapıldı. Abdest almak için tam on bir kere deniz sâhiline indi. Güneş batıncaya kadar orada kaldığı halde sahîh bir abdest aldığına kalbi kanâat getirmedi.
Bu durum sebebiyle göğsü daralıp sıkıldı. Üzüntülü ve incinmiş bir halde ellerini kaldırıp, Allahü teâlâya; “Yâ Rabbî! Senden âfiyet ve bu halden kurtulmayı dilerim.” diye duâ ve niyâzda bulundu. Gâibden bir ses; “Âfiyet, ilimde ve İslâmiyetin hükümlerine riâyet etmektedir.” dedi.
Bu sesi işiten Ebû Ali Rodbârî hazretleri kendinde bulunan hâlin vesveseden ibâret olduğunu anlayıp, kalbi rahatladı. Bu rahatlama sebebiyle Allahü teâlâya şükretti.
(Kayn.:Evliyalar Ans.)
NAMAZDAKİ GAFLET
Bir zaman bâzıları Ya’kûb Germiyânî hazretlerine gelerek namaz içinde gönüllerine çeşitli düşüncelerin geldiğinden yakındılar.
Ya’kûb Germiyânî hazretleri; “Kırk yıldır değil namaz içinde, namaz dışında bile basîret gözüm, Allahü teâlânın rızâsından başka bir şeye bakmamıştır.” buyurduktan sonra, şöyle anlattı:
“Bu yola girişimin ilk zamanlarıydı. Kendi hâlimde, kalbimle meşgûl olup, murâkabede idim. Birden önümde, çıplak bir kimse görünüverdi. “Avret yerini ört, yâhut da başka tarafa git!” dedim. Bu sözüme hiç aldırış etmedi.
Gâyet mahzûn bir şekilde; “Ben dün kıldığın ikindi namazının sûreti, görünüşüyüm. Namazın sünnetleri benim libâsım (örtüm, elbisem) dır. Sen, bâzı dünyevî meşgûliyetler sebebiyle, namazın sünnetlerini terk eyledin. Onun için ben kıyâmete kadar bu hâlde kalsam gerektir.” dedi.
O zaman, o çıplak sûret kendimmişim gibi öyle utanıp mahcûb oldum ve yaptığıma öyle pişman oldum ki, bu sebepten o andan îtibâren, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekte tam bir âgâhlık ve uyanıklık içindeyim. Çok dikkatli davranmaya, gaflette bulunmamaya çok gayret ediyorum.”
(Kayn.:Evliyalar Ans.)
VESVESELİ YURT MÜDÜRÜ
İhramcızade İsmail Hakkı Efendi Hazretleri’nin zamanında, yurt müdürlüğü yapan Zekeriya Ulusoy isimli bir zat anlatır:
“Ben, Said Nursi Hazretleri’nin risalelerinin okunduğu toplantılara katılan ve tarikatlara ilgisi olmayan, inanmayan birisiydim. İsmail Efendi’yi bilirdim ama sohbetlerine çağırırlar gitmezdim. Dolayısıyla İsmail Efendi beni ne tanır ne bilir.
Ben abdest konusunda çok vesveseliydim. Aldığım abdest olmadı diye bir daha, bir daha alır, çok eziyet çekerdim. Buna engel olamıyordum.
Bu sıkıntım devam ederken bir gün yolda İsmail Efendi ile karşılaştım. Bana yönelip buyurdular: ‘Oğlum aldığın abdest oluyor, bir daha bir daha abdest alma. Onunla namazını kıl.’
Beni tanımaz, halimi bilmez, gerçekten şok oldum, çok şaşırdım. Bu olaydan sonra sohbetlerine devam etmeye başladım.”
(Kayn.:feyzdergisi.com/A.Yılmaz)
PAŞA’NIN DÜŞTÜĞÜ VARTA
Osman Nuri Bağdadi Hazretleri’nin oğlu Muhammed Latif, babasından naklen anlatır;
Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretleri, Binbaşı rütbesiyle Erzurum Cephesinde Ruslarla savaşırken, Cephe Komutanı olan Vasıf Paşa, bir gün aniden onu ziyarete gelir. Ziyaret sebebi de, resmi olmayıp kendi şahsi bir meselesinden dolayıdır. Vasıf Paşa, onun Allah’ın evliyasından bir mürşid-i kamil olduğunu bildiği için, manen düştüğü müşkül bir durumunu anlatmak üzere, onun yanına aniden böyle bir ziyarette bulunmuştur.
Düştüğü bu acı durumu şöyle anlatmış;
-Benim nefsim üç gündür Allah’ı inkâr ediyor, yaşım altmışı geçti, şu an ölsem bu hal üzere olduğum için imansız giderim. Allah için bana yardım et kendimi öldüreceğim, beni bu halden kurtar!
Bunun üzerine, Osman Nuri Bağdadi Hazretleri ona, Allah’ın varlığını ve birliğini ispat eden ayetler okumuş. Fakat, Paşa buna müdahale ederek;
-Bunları ezbere biliyorum. Çünkü ben Hafız-ul Kur’anım, ama nefsim bunları kabul etmiyor. Ben kâmil manada dinimi biliyorum; fakat nefsime söz geçiremiyorum.” demiş.
Osman Nuri Bağdadi Hazretleri o sırada bir müddet murakabeye dalmış. Murakabeden sonra ona, Paşam, kusura bakma şimdi söyleyeceklerimden dolayı, diyerek söze başlayıp, ta kırkbeş yıl önce eşi ile kendisi arasında geçen bir konuşmasını ona hatırlatmış.
O zaman, eşine söylediği cümle de ; “Eğer Allah’tan başka birine tapmak serbest olsaydı ben sana tapardım!” sözü imiş. Ayrıca, Paşa’nın çocukluğunda gördüğü ve çok tesirinde kaldığı bir rüyasını, aynen ona anlatıvermiş.
Bunun üzerine Paşa hayretler içinde kalmış. Normal olarak, başka birinin bilmesi imkansız olan bu hatıralarını ortaya koyması üzerine hayretle, “Aman Ya Rabbi!” diyerek ağlamaya başlamış. Paşa ağlarken, Osman Nuri Bağdadi Hazretleri;
-Paşam bunu da, senin nefsinin inkâr ettiği Allah (c.c.) haber veriyor, demiş.
Bu hadiseden sonra da, imanla ilgili inkar ve vesveselerinden kurtulan Vasıf Paşa, tekrar şehadet kelimesi söyleyerek imanını tazelemiş.
(Kayn.:bagdattanyozgata.org)
ŞEYTANLA MÜNAZARAYA OTURMAK
Dr. Ömer Demirbağ bizzat hayatında yaşadığı bir hatırayı anlatıyor;
Ömer Bey gençliğinde düştüğü bir vesvese sebebiyle çok çetin ve zor zamanlar yaşar. Bu vesveseler sebebiyle adeta hayattan kopar ve ümitsiz bir şekilde bocalamaya başlar.
Hatta, bu bocalamalar sırasında eline geçen İmam-ı Gazalî’nin eserlerini okumaya başlar. İmam-ı Gazali’nin eserleri ona ilaç gibi gelir. Okudukça vesveseler uzaklaşır. Fakat okumayı bıraktığı zaman vesveseler aynen geri döner. Risale-i Nur’ları okumaya başlar. Aynı şekilde okurken yok olan vesveseler hacıyatmaz gibi tekrar karşısına dikiliverirler.
Üniversite ikinci sınıfına devam ettiği zamanlarda, bir gün Elazığ’ın manevi dinamiklerinden bir Allah dostu ile tanışır. O zat, şimdiye kadar yaşadığı bu müthiş buhranların bir kement gibi boynundan tutup yanına gelmesine vesile olduğunu bildirir, manevi tasarrufu ile de, onun içinde bocaladığı bu müthiş vesvese çıkmazından kurtarıverir.
Daha sonra sohbet edip şöyle tavsiyelerde bulunur;
-Şeytan Kur’an-ı Kerim’de beyan edildiği gibi insan için “Büyük düşman” olduğundan, sağdan, soldan, önden, arkadan sürekli vesvese verir.
-O meleklere bile hocalık yapmış büyük bir ilime sahip olduğundan, onunla bu vesveseleri çürütmek için münazaraya girişmek beyhudedir ve hiç akıllıca değildir. Ömer Bey de sürekli bu vesveseleri çürütmek için bocalayıp kendini paraladığından bu buhranların içine düşmüştür.
-Şeytanın vesveselerine karşı yapılacak en iyi tavır, hemen Allah’a sığınıp arkasını dönmek ve onlarla hiç ilgilenmemektir. Onunla hiçbir şekilde münazaraya girişmemektir.
-Tekrar aynı şekilde vesvese sıkıntısına düştüğü takdirde, Mu’minun Suresi’nin 97. Ve 98. Ayetleri olan;
وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِۙ ۞ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ
(De ki: “Rabbim! Şeytanların vesvese ve tahriklerinden sana sığınırım.”/ “Onların yanımda bulunup beni tesir altına almalarından da sana sığınırım!”)
ayetlerini okumasını emir buyurur.
Ömer Bey o Allah dostunun yanından, sıkıntılarından kurtulmuş bir şekilde ayrılır ve daha sonraki hayatında aynı şekilde vesvese saldırısı olduğunda, bu iki ayeti okuyuverir ve vesvese defolup gider. Zamanla bu sıkıntı tamamen ortadan kalkar. Dolayısıyla artık bu iki ayeti okuyacak sebep de kalmaz. Okumayı terk edince hangi ayet olduklarını dahi unutur.
Ne var ki, altı yıl sonunda bu Allah dostu vefat eder. Ömer bey, bu Allah dostunun vefatını müteakip bir ay sonra, yine eski vesvese, sıkıntı ve bunalım bataklığına tekrar düşer ve bocalamaya başlar. Çıldıracak hallere düşer. Hatırlayamadığı için, bu vesveseler hakkında daha önce okuduğu manevi ilaç yerindeki olan o iki ayeti de okuyup kurtulamaz.
En sonunda çaresiz kalıp, o Allah dostunun kabrine gidip ziyaret eder ve ; “Ya Rabbi buradaki sevgili kulun hürmetine bana o ayetleri hatırlat!”, diye dua eder. Evine geldiğinde o gece bir rüya görür. Rüyasında Elazığ’daki Nail Bey Camii’nin içinde tek başınadır. Birazdan kapıdan büyük kafalı, bir gözü kör, çok çirkin suratlı, suratında etleri dahi olmayan, iri yapılı kötü bir varlık içeri girer. Ömer bey onu görür görmez İblis olduğunu anlar. İblis dev gibi cüssesiyle ufacık yapıda olan Ömer Bey’in üzerine doğru gelmeye başlar.
İblis elindeki bir sopayı tam kaldırıp Ömer Bey’e vurmaya hazırlanırken Ömer Bey’in hatırına daha önce unuttuğu Mu’minun suresinin o iki ayeti geliverir ve hemen okur. Okur okumaz da o dev cüsseli İblis, bir balonun havası kaçtığı gibi sönüp küçülmeye başlar. Ömer Bey de bir sopayla ona vurup kovalamaya başlar. İblis selameti kaçmakta bulur ve caminin kapısından çıkıp kaybolur.
Bu rüyadan kan ter içinde uyanan Ömer Bey, daha önce unuttuğu bu ayetlerin silinmez bir şekilde artık hafızasına nakşolduğunu müşahede eder.
(Kayn.: youtube.com/2jtd1GFAkGU)
MANEVİ FAYDA
İzzet Ay Hocaefendi anlatıyor;
Gönenli Mehmet Efendi ile yıllarca beraber yanında bulunan İzzet Ay Efendi, bir gün Fatih Camii’ne gider ve Hocaefendi’nin orada yapacağı vaazı dinlemek için beklemeye başlar.
Hocaefendi henüz Cami’ye gelmemiştir. Fakat, o gelmeden önce İzzet Bey’in içinde müthiş bir vesvese fırtınası esmeye başlar. Şeytan ona, bunca yıldır Gönenli Mehmet Efendi ile berabersin, ne elde ettin? Şeklinde, İzzet Bey’in Hocaefendi’ye olan itikadını ve muhabbetini sarsıcı bir sürü vesveseler getirir. İzzet Bey ne yaptıysa bunlarla başa çıkamaz ve çok üzülür.
Daha sonra, Gönenli Mehmet Efendi Camiye gelir ve vaaz edeceği yere geçerken birden İzzet Bey’e dönüp şöyle buyurur;
-Kazandığın sevaplar da yetmez mi?
(Kayn.:youtube.com/Lj-KUVVZxTE)
NAMAZDA VESVESE SIKINTISI
Molla Fatih Hatipoğlu anlatıyor;
Muhammed Selim Hezani Hazretleri’nin Hacı Abdülfettah adında bir talebesi vardı. Hacı Abdülfettah bir ara büyük bir vesvese sıkıntısına düşmüştü. Öyle ki, namazda gelen bu vesveseler ona çok sıkıntı veriyor, bu yüzden namazını huzur ile kılamıyordu.
Hacı Abdülfettah bir gün Muhammed Selim Hezani Hazretleri’nin arkasında namaza duracak iken, yine bu vesveselerin hücumuna uğramış, sıkıntı içine düşmüştü. Tam o anda, Muhammed Selim Hazretleri arkasına döndü ve elinin içiyle Seyda Hacı Abdülfettah’ın kalbinin üzerine hafifçe vuruverdi.
Seyda Hacı Abdülfettah kendisi şöyle diyor;
-O elini göğsüme vurmasıyla, içimdeki bütün vesveseler çıktı gitti ve hayatım boyunca namazda benim kalbime bir vesvese gelmedi.
(Kayn.:youtube.com/2tiwo1aDQIs)
